Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Jean-Maurice Ripert'in Konuşma Metni Transatlantik Trendler 2013

 

 

(Ankara – 18 Eylül, 2013)

 

 

  • Alman Marshall Fonu'na, bana bu seçkin topluluğa hitap etme imkanı verdiği için ve Özgür Ünlühisarcıklı'ya son derece enteresan sunumu için teşekkür ederim. 

*****

  • Günümüzde jeopolitik manzara değişmektedir. Bunu çevremizdeki küresel dengelerdeki değişimde ve bu bölgede diğer bölgelerde yaşanan krizlerde müşahede edebiliyoruz. Modern diplomasi zorlu bir iştir.    
  • Karmaşık meseleler her geçen gün daha uyumlu ve koordineli hareket edilmesini gerektirmekte ve AB ile Türkiye'nin ilişkilerini güçlendirmelerinin gereğini ortaya koymaktadır. Bu özellikle BM ve NATO gibi, birçok krizin yönetildiği ve G20 gibi küresel meselelerin görüşüldüğü çok taraflı platformlar için geçerlidir.   
  • Türkiye ile AB arasında imzalanan Ankara Anlaşması'nın 50. Yıl dönümü geçen hafta sessiz sedasız geçti. Ancak ardımızdaki yarım yüzyıllık antlaşma ilişkisinden güç alarak Türkiye/AB işbirliğine hayır diyen ve halen ekonomik ve siyasi gerçeklerle mücadele etmekte olanların karşısında durma fırsatına sahibiz.   
  • Katılım sürecinin, yıllar içerisinde AB müktesebatına uyumla birlikte, Türkiye'deki siyasi, ekonomik ve sosyal alanlardaki çok çeşitli reformların başlıca itici gücü olduğu gerçeğini kimse yadsımamalıdır.   
  • Gümrük Birliği anlaşmamızdan dolayı bugün Türkiye'nin dış ticaretinin yaklaşık %40'ı AB ile gerçekleşmektedir (ikinci en büyük ortak Rusya ile ticaret %10'un altındadır). Türkiye'ye doğrudan yabancı yatırımların %70'inden fazlası AB'den, önemli ölçüde teknoloji ve know-how aktarımıyla beraber gelmektedir. 17.000'den fazla Türk firması varlığı AB yatırımlarından kaynaklanmaktadır. Türkiye'nin Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP)'na ve Washington ile Ankara arasında paralel müzakereler yürütülmesine olan ilgisini anlıyor ve destekliyoruz. 
  • Türkiye'nin AB'ye aday bir ülke olması hasebiyle, her yıl iki taraf arasında yaklaşık 50,000 öğrenci, bilim adamı ve akademisyen değişimi yaşanmaktadır. Aynı şey 2013 yılında AB'nin ülkenin modernizasyonu için sağlamakta olduğu 900 milyon Avro'yu aşkın (son 2007-2013 Çok Yıllı Mali Çerçeve kapsamında yaklaşık 5 milyar Avro) fon desteği için de geçerlidir.
  • Artan entegrasyona bağlı olarak AB'ye Üye Devletler her yıl Türk vatandaşlarına yaklaşık 600.000 vize vermektedir. Bu çerçevede AB, Türkiye'nin geri kabul anlaşmasını imzalamasını müteakip vize serbestisi (vizesiz seyahat) çalışmalarına başlayacağını taahhüt etmiştir.
  • Bu kapsamda, Trendler araştırmasına göre Türkiye'deki katılımcıların %54'ünün – AB'dekilerin %44'ü- göç konusunu bir fırsattan ziyade bir sorun olarak gördüğünü belirtmekte fayda görüyorum. Ayrıca araştırmaya katılan Türkler yasadışı göçmenlerin nüfusa oranının %21 olduğunu tahmin ederken asıl oran yalnızca %2'dir. Bu noktada, Türkiye'deki resmi makamların yük ve risk bakımından ele almaları gereken bir algı meselesi bulunmaktadır.    
  • Türkiye'nin, dış politikada önemi giderek artan bir aktör olması nedeniyle, bölgesel krizlerden terörle mücadeleye kadar çeşitlilik gösteren dış politika meselelerinde yakın hareket etmek ve işbirliği yapmak konusunda kararlıyız. Son haftalarda Suriye'deki krizin çözümü ve yayılmasının önlenmesine ilişkin yöntem ve araçlar konusunda hiç olmadığı kadar güçlü bir yakınlaşma yaşanmaktadır.  

****

  • AB/Türkiye ilişkileriyle ilgili olarak kimi zaman karamsar bakış açıları dile getiriliyor. Ancak Transatlantik Eğilimler adlı araştırma, Türkiye vatandaşlarının %44’ünün (ki bu oran geride bıraktığımız yıla nazaran çok ufak bir düşüş anlamına gelmekte) AB’ye üyeliğini olumlu bir şey olarak gördüğünü ortaya koymaktadır. Birliğin henüz toparlanmaya başladığı ekonomideki çalkantılı döneme rağmen Türk iş dünyası da ağırlıklı olarak üyelik taraftarıdır.
  • Avrupa Birliği Konsey Başkanı tarafından Türkiye’ye yapılan ilk ziyaret de 2013 yılında gerçekleşmiş; Haziran ayında üç yıllık bir aranın ardından, ilk müzakere faslının açılması kararı gelmiştir.
  • Aramızda varolan bu ilişki asla durağan bir ilişki olarak nitelenemez; Türkiye'nin hızla değişen bir ülke olduğu gibi AB de hiçbir şekilde durağan bir varlık değildir.
  • Türkiye’nin katılımı ile ilgili olarak, Türkiye'den ziyade AB kamuyu nezdinde yapılması gereken daha birçok şeyin bulunduğu söylenebilir. Anket sonuçlarına göre Avrupalıların [Türkiye’nin üyeliğine] verdiği destek, %20 ila %37 arasında değişmektedir. 
  • Türkiye’deki reformlarda kaydedilen ilerleme ile katılım müzakerelerinde kaydedilen ilerlemenin bir madalyonun iki yüzü olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Her halükarda Türkiye’deki liderler, ne son dönemde meydana gelen olayların ve bu olaylar karşısında verilen tepkilerin ne de kamuya dönük olarak yapılan AB’yle ilgili eleştirel yorumların Üye Devletlerde yaratmış olduğu derin etkileri azımsamalıdır.
  • AB açısından bakıldığında, son dönemde ülke genelinde yer alan protestolar sadece Türkiye’nin demokraside kaydettiği ilerlemeyi göstermekle kalmayıp aynı zamanda, hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bu ülkede anayasayla teminat altına alınan temel haklarını özgürce ve etkin bir şekilde kullanmak isteyen sivil toplumun canlı yapısını da yansıtmaktadır.
  • Bunun yanında bu protestolar, AB’ye katılım sürecinin, çok taraflı siyasi destek alabilecek ve alması gereken bir proje olarak ilerletilmesine duyulan ihtiyacın da altını çizmiş; Avrupa standartlarıyla uyumlu daha fazla reformun yapılmasını teşvik bağlamında AB ile Türkiye’nin birlikte çalışmasının taşıdığı önemi de vurgulamıştır. 

Elbette, Türkiye geleneksel parti politikalarının veya yurttaşların karar alma süreçlerinde sadece dört yılda bir değil, sıklıkla yer almaya yönelik taleplerinin getirdiği güçlüklerle karşılaşan tek ülke değildir. 

  • Demokratik tartışmanın sahiplenilmesi konusunda gösterilen bu tutum aslında, on yıldır gerçekleştirilen ve mevcut hükümetin önünü çektiği kapsamlı reformların doğal bir sonucudur. Bu bir tehdit olarak algılanmamalı ve --sadece kamu düzenine yönelik spesifik ve net tehdit olarak tanımlanmış durumlar dışında-- müdahale ile karşılık bulmamalıdır.
  • Buna paralel olarak, yeni anayasa ile geçen sene sonunda başlatılan ve terörü sona erdirmeyi ve Kürtlerin taleplerine cevap vermeyi amaçlayan --bizlerin de alkışladığı-- süreçte kaydedilecek ilerleme de Avrupa kamuoyunun, Türkiye’nin katılımına yönelik olarak vereceği destek üzerinde ciddi olumlu bir etki yaratacaktır.
  • Türkiye’de AB’nin geleceğine dair spekülasyonlar duyuyorum. Belki AB-Türkiye ilişkileri konusunda duyduğumuz bazı sorular da bu spekülasyonlardan kaynaklanıyordur. Ancak gerçek şu ki; AB bugün geçmişte olduğundan çok daha güçlü ve çok daha büyük bir siyasi etki alanına sahip.
  • Küresel mali krize verdiğimiz yanıt AB içinde belirlendi. 700 milyar €’yu aşan bir meblağı seferber ederek  krize karşı hep birlikte mücadele ettik. Geçtiğimiz yıllarda yapılan spekülasyonlara karşın, 2014’de Avro bölgesi genişleyerek 18 ülkeyi kapsayacak. Ayrıca, ekonomik toparlanma sürecine girdiğimiz şu dönemde Bankacılık Birliğinin kuruluşunu tamamlıyor, yapısal reformları hızlandırıyor ve Avrupa’nın rekabet gücünü arttırmak için çaba sarf ediyoruz. Tüm bu hususlardan Türkiye’de memnuniyet duyuyor olmalı.
  • Bu yılki Alman Marshall Fonu araştırması, AB içinde güçlü bir çoğunluğun Birliğe desteğinin arttığını (%66) ve Birliğin küresel meselelerde önemli rol üstlenmesini istediğini (%71) ortaya koydu. Birliğin yeni bir alana girmesiyle beraber doğal olarak daha çok sayıda yurttaş ekonomi yönetişimi ile ilgili meselelerde AB’yi sorgulamaktadır.
  • AB dışındaki ortaklarımızla birlikte, son üç yıl içerisinde AB’nin diplomatik servisinin kurulmasına tanık olduk. Aynı dönemde, hepimiz yakın komşu bölgemizde süratle gelişen öngörülmemiş bir değişimle karşılaştık.  
  • Avrupa Dış Eylem Servisinin kuruluşu, (Komisyon Başkanı Barroso’nun geçen hafta “Birliğe Hitabında” ifade ettiği üzere) AB'nin genişleme politikasının ‘geçmişten gelen derin yaraları iyileştirme’deki başarısının daha da ileriye götürülmesine imkân vermiştir. Bu çerçevede, Hırvatistan Temmuz’dan beri Birliğin 28nci üyesidir, yakında Sırbistan ile müzakereler başlatılacaktır ve Belgrad ile Priştine arasında yürütülen diyalog onların AB perspektiflerinin doğrudan bir yansımasıdır. 
  • AB’nin yakın komşu bölgesinin ötesine bakacak olursak, ancak birlikte ve pragmatik bir şekilde hareket ettiğimiz takdirde gerçek anlamda etkili olabiliriz. Eğilimler araştırması her ne kadar Türkiye’de tek taraflı müdahaleye artan destek olduğunu ortaya koysa da, giderek daha fazla insan (%39) NATO’nun “zaruri” olduğunu düşünmektedir (bu, 2006’dan bu yana görülen en yüksek rakama tekabül etmektedir).
  • Bunlara ilaveten iki olumlu eğilimin de altını çizmek isterim: İran’a yönelik ekonomik müeyyidelerden Suriye’ye müdahale konusuna kadar pek çok konuda AB ve Türkiye arasında artan bir yakınlaşma söz konusudur. Bu çerçevede, %72'lık bir kesim askeri operasyona karşıdır, ki bu AB ortalamasını da yansıtmaktadır. İkinci husus olarak, Türkiye’nin dış politikasını AB ile uyumlulaştırma sürecine de istikrarlı bir şekilde artan destek olduğu görülmektedir. Bu destek 2010’da %13 iken, 2011’de %19’a ve 2013’te de %21’e yükselmiştir.
  • Bu çerçevede, Türkiye’de araştırmaya katılanların “AB’nin dünya meselelerindeki liderliğini” ABD, Rusya ve Çin’i geride bırakarak en önemli konuma yerleştiriyor olmaları şaşırtıcı değildir.
  • Münasebetlerimizi derinleştirdikçe ve megafon diplomasisini azalttıkça, menfaatlerimizin yakınlaştığını daha açık şekilde görebiliyoruz. Türkiye’nin ülkesini terk eden çok sayıdaki Suriyeli'ye temel insani yardım sağlama konusunda oynadığı rolün bilincindeyiz. AB de, krize ve etkilerine yönelik olarak 1.3 milyar € taahhüt etmiş olup, en büyük insani yardım donörü konumundadır.

*****

  • Sonuç olarak, yeni olmayan bir mesajı bir kez daha dile getirmek istiyorum: katılım süreci, Türkiye’de Anayasadan teknik düzenlemelere kadar reformların çıpası olmaya devam etmektedir. Daha geniş kapsamlı komşuluk bölgesinde kargaşanın yaşandığı bu dönemde, dış politika alanında Türkiye-AB arası işbirliğinin arttırılmasına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.