Komisyon Üyesi Olli Rehn Boğaziçi Konferansının Açılışı 16 Ekim 2009 Saat 1900

 

 

Saygıdeğer Bakanlar, Büyükelçiler, Değerli Misafirler,

 

Önemli konulara değinmeden önce özellikle burada bulunan Türk konuklar için bir hususun altını çizmek isterim; bu akşam burada bulunuyor olmam son beş yıldır sürekli dile getirdiğim bir noktanın doğruluğunu ortaya koyuyor: AB sözünde durur. Demek istediğim şu ki, Çarşamba günü bir televizyon kanalında söz verdiğim üzere bugün Beşiktaş takımının renklerinde bir kravat taktım.

 

Öte yandan iflah olmaz bir oportünist olarak Galatasaray taraftarlarına saygımdan dolayı Türkiye’ye bir sonraki ziyaretimde sarı kırmızı kravat takmaya söz verebilirim.

 

Bir kez daha bu güzel şehirde son derece değerli misafirlere hitap etmekten büyük onur ve memnuniyet duyuyorum.

 

Genişlemeden sorumlu Komisyon üyesi sıfatıyla, Boğaziçi Konferansı’nda sizlere son kez seslenmekte olduğumdan -en azından şimdiki Komisyon’un bir üyesi olarak- bu benim için çok daha özel ve aynı zamanda duygusal bir an.

 

Boğaziçi Konferansı geçen yıllar içinde Avrupa Birliği ile Türkiye arasında kaliteli olduğu kadar samimi ve aynı zamanda açık yürekli bir diyalog platformu haline gelmiştir. Bu nedenle ben de açık yürekli ve samimi bir dost olarak konuşacağım. Öncelikle geçen beş senelik sürece bir bakıp gelecekle ilgili bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isterim.

 

Bugün ziyaret etmekte olduğum ülke beş yıl önce Komisyon üyesi olarak ilk kez ziyaret ettiğim ülkeden çok farklı. Türk siyasetinin çekişmeleri ve engelleyici manevralarını artık geride bırakmış olan Türk toplumu, son derece hassas hatta tabu kabul edilen bir takım konuları açık bir şekilde tartışmaya başladı.

 

Gerek “derin devlet”, sivil-asker ilişkileri, Kürtler, Türk-Ermeni ilişkileri, ifade özgürlüğü, kültürel çeşitlilik gibi konular, gerekse daha kısa süre öncesine kadar dile getirilmesi bile düşünülemeyen fikir ve görüşler olsun, bugün hepsi kamusal alanda her gün tartışılabilmektedir ve bunlar artık siyasi gündemin en öncelikli konuları haline gelmiştir. Yaz ayları boyunca hükümetin ortaya koyduğu “demokratik açılım” girişimi de bu durumu en iyi şekilde yansıtmaktadır.

 

Çağdaş uygarlığın en kıymetli haklarından biri olan ifade özgürlüğünü savunmak üzere dilekçelere imza atmak ya da makaleler yazmak suretiyle çeşitli kişisel riskleri göze alan tüm yazar, akademisyen, gazeteci, insan hakları savunucusu ve adını bilmediğimiz nicelerinin, gösterdikleri cesaret ve sergiledikleri vizyonu takdir ettiğimi ifade etmek isterim.

 

Korku ve önyargı duvarlarını yıkan bu insanlar çoğu zaman kendi özgürlüklerini hatta hayatlarını tehlikeye attılar. Bu toprakların evladı, hoşgörü ve diyalog yanlısı Hrant Dink’in, hoşgörüsüzlük ve korkaklığın trajik bir kurbanı olarak suikaste uğraması yaşanan acıları gözler önüne sermektedir. Bu vesileyle kendisini buradan saygıyla anıyorum.

 

Hrant Dink, Güney Kafkaslar’da son yılların en önemli diplomatik hamlelerinden biri olan ve Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerinin normalleştirmesi taahhüdüyle imzalanan protokolleri görebilse bundan büyük gurur duyardı. AB’nin, bölgede istikrar ve barışa yapılan büyük bir katkı olarak memnuniyetle karşıladığı bu adım tarihi bir dönüm noktasıdır.

 

Bu aynı zamanda, Hrant Dink’in yılmak bilmeyen barış ve diyalog çabalarının bir mirasıdır. Artık sadece Avrupa değil tüm dünya bu metinlerin bir an önce onaylanmasını ümit ediyor. Anlaşmazlıkların detaylıca tartışılması ve barışçıl yollardan çözümlenmesi gerekiyor. Ancak bu durum iyi komşuluk ilişkilerine, ticarete ve açık hudutlara mani teşkil etmemeli. Bu gelişme, Türkiye’nin dünyanın en istikrarsız bölgelerinden birinde bir istikrar unsuru olarak sahip olduğu potansiyeli teyit eden ve Türkiye’nin giderek iddialı bir ülke haline geldiğini ortaya koyan bir başka sinyaldir.

 

Bir başka çarpıcı gelişme de, daha birkaç yıl öncesine kadar kimsenin tahayyül edemeyeceği Ergenekon soruşturmasıdır. Çağdaş Türk tarihinde ilk defa, ordudan emekli generaller dâhil bir zamanlar Devlet bünyesinde yer almış olan şüphelilerin hükümeti devirmeye teşebbüs ve silahlı isyana teşvik gibi ciddi bir ithama yanıt vermesi gerekiyor.

 

Bu soruşturma Türkiye’ye, tek amacı ülkeyi ve demokratik kurumlarını istikrarsızlaştırmak olan çetelerden ve kriminal faaliyetlerden kati olarak kurtulmak için eşsiz bir fırsat sunuyor.

 

Bununla birlikte, özellikle hukukun üstünlüğü ve Devletin sağlıklı işleyişi açısından büyük önem arz eden davanın, sadece hakikati ortaya çıkarmak amacıyla ve davalıların haklarına tam saygı çerçevesinde örnek bir şekilde yürütülmesi esastır.

 

Hanımefendiler ve Beyefendiler,

 

Uzun lafın kısası, yıllar içerisinde Türkiye’deki sivil toplumun özgüveni ve hakları konusundaki farkındalığı artmıştır. Sivil toplumun pek çok açıdan sergilediği demokratik olgunluk aslında bazı siyasetçilere ziyadesiyle esin kaynağı olmalıdır. Sivil toplum, sınırlamadan ziyade halkın haklarını ve yaşam standartlarını iyileştirme yönünde bir kazanım olarak gördüğü bir takım AB reformlarını sahiplenmiştir. Değişim konusundaki bu açlığı gidermek artık ülkedeki hukuki, adli ve siyasi yapılara kalmıştır.

 

Bununla birlikte, bu noktada halen yapılması gereken çok şey bulunmaktadır. İlerleme kaydedilmesi gereken alanların hepsini burada belirtemeyeceğim, ancak iki gün önce benimsenen İlerleme Raporumuz son on iki ayda kaydedilen ilerlemenin bir değerlendirmesini – ve tüm AB katılım kriterlerinin karşılanması için yapılması gerekenleri ortaya koymaktadır.

 

Söz konusu meseleler, ifade ve basın özgürlüğü gibi temel özgürlükleri ilgilendirmesi ve Avrupa’nın tam kalbinde yer alan değerleri oluşturması nedeniyle son derece ciddidir.

 

Bu arada, hükümetin zorlu bir siyasi ortamda reformları Egemen Bağış’ın aktif katılımıyla yeniden canlandırmayı arzu ettiğinin farkındayım. Yaz döneminde başlayan kapsamlı istişare süreci ümit verici. Kullanılan yöntem ve onun tetiklediği tartışmalar da yüreklendirici. Böyle bir durum karşısında Avrupa Birliği hükümetinize sadece bu açık ve özgür tartışma ortamını somut eylem ve tedbire dönüştürme çağrısında bulunabilir.

 

Hanımefendiler ve Beyefendiler,

 

2005’den 2009’un başına kadar olan dönemde, Türkiye’deki reformların yavaşlaması müzakereler için ciddi bir engel teşkil etmiştir. Buna mukabil, bütün kritik alanlardaki reformlara yeniden ivme kazandırılması süreç için en mükemmel ve en gelişmiş iletişim kampanyasından çok daha etkili bir kazanç olacaktır, zira bu durum AB’de yaşayan insanları Türkiye’nin ciddi olduğu, ayrıca insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü alanında somut adım atabileceği konusunda ikna edecektir.

 

2009’un başından beri şahit olduğumuz yüreklendirici gayretler güçlenerek devam ederse, Türkiye dört yıl evvel katılım müzakerelerinin başlamasını sağlayan üretken döngüyü tekrar yakalayabilir. Bu bir siyasi irade ve ele geçen fırsatlardan istifade etme meselesidir.

 

Sevgili arkadaşlar,

 

Fırsatlardan laf açılmışken, hiç kimsenin kaçırmayı göze alamayacağı bir fırsata, Kıbrıs meselesinin nihai ve kapsamlı bir şekilde çözümüne değinmek isterim. On yıllardır ilk defa, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk kesimi liderlerinin yakın arkadaş olduğunu ve her ikisinin de çözüme olan derin bağlılıklarıyla seçilmiş olduklarını görüyoruz. Şunu da biliyoruz ki, eğer adanın Kuzeyi’ndeki seçim gündeminden dolayı önümüzdeki bahar dönemine kadar bir çözüm sağlanamazsa, bu durumun her türlü gelişmeyi çok uzun bir süre için tehir etmesi ve etkilerinin AB-Türkiye ilişkilerinde gerilime yol açması muhtemeldir.

 

Çözüm için elverişli olan bu ortam dikkate alındığında, bu görüşmelere ilişkin ya da bunları zaafa uğratan, haddinden fazla şüpheci ve kuşkulu açıklamaları anlamak zordur. Görüşmenin olduğu yerde umut da vardır. Müzakereler devam ettiği sürece, tabiri caizse bu engelleyici suçlama oyununa iştirak etmeyi reddediyorum.

 

Biraz evvel bahsettiğim bu son derece önemli amaç dikkate alındığında, bütün tarafları masadaki meselelere odaklanmaya, Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanan çerçeveye bağlı kalmaya, ve bütün gayretleri riske sokan ve çözümü kolaylaştırmayan eleştirileri sonlandırmaya davet ediyorum. Başka yerlerde, mesela yakın tarihin en az Kıbrıs kadar trajik yaşandığı Batı Balkanlar’da başarılanlar dikkate alındığında, çözümün mümkün olduğuna kâniyim.

 

Bazılarınız Annan Planı’yla Kıbrıs’ta 2004’te yapılan referandumu anımsatmak isteyebilir. Bir futbol benzetmesinden yola çıkarsak şunu söyleyebiliriz: sanki Fenerbahçe ve Galatasaray teknik direktörleri, sürekli olarak altı ay önce oynadıkları son maç hakkında münakaşa ederek hala maçta hakemin verdiği tartışmalı kararlardan şikayet ediyorlar; ve bu nedenle, takımlarını yarın oynanacak ve çok daha önemli olan maça yeterince iyi hazırlayamıyorlar. Bu bana çok anlamlı gelmiyor.

 

Tarih geri döndürülemez; hayıflanma zamanı geride kalmıştır. Artık yüzümüzü geleceğe dönme ve BM parametreleri ile AB’nin dayandığı ilkeler doğrultusunda pragmatik ve vakur bir çözüm bulabilmek için iyi niyetli olma zamanıdır.

 

Şundan emin olunuz ki bu koşullar sağlandığı sürece Komisyon ve genel olarak AB, böyle bir çözümü destekleyecektir.

 

Hanımefendiler, Beyefendiler,

 

Zaman akıp geçiyor; gerçekçi bir iyimserliği ifadesi olan birkaç sözle, konuşmama son vermek istiyorum.

 

Geçtiğimiz son beş yıl gerçekten de çok etkileyiciydi; bunları sadece kişisel deneyimlerim açısından söylemiyorum. Bu süre zarfında, net bir Avrupa yol haritası önüne konulduğu zaman, Türk insanının köklü bir değişime nasıl hazırlandığını gözlemleme ayrıcalığına sahip oldum.

 

Ancak bununla birlikte aynı insanların bu değişimleri, sadece Brüksel’deki birkaç resmi görevlinin koyduğu ölçüt ve kriterleri yerine getirmek için değil; yaşadığımız yüzyılın getirdiği zorlukların aşılmasında, kendi ülkelerinin iyiliği, kendilerinin ve çocuklarının geleceği bağlamında gerekli gördükleri için bu reformları sahiplendiklerine de şahit oldum.

 

İşte bu nedenle bu iki sürecin; yani Türkiye’deki reformlar ile AB’ye katılım sürecinin kaderlerinin ‘birlikte yürümek’ olduğuna inanıyorum. Bazen birbirine paralel yürüyen bazen de aynı hızda ilerleyemeyen bu süreçler, nihayetinde kaçınılmaz bir şekilde kesişerek Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne sıkı sıkıya bağlayacaktır.

 

Şundan emin olunuz ki önümüzdeki dönemde hangi görevi üstlenirsem üstleneyim, ülkenizin gerçek bir dostu olarak ben, ortak çabamızı desteklemeye ve Türkiye’nin bu yolculuğundaki heyecan verici aşamaları yakından takip etmeye devam edeceğim.

 

Teşekkürler ve görüşmek üzere