TUSKON/Avrupa Politika Merkezi (EPC) konferansının yemeğinde yaptığı konuşma

Komisyon Üyesi Štefan FÜLE’nin Türkiye Ziyareti
İstanbul, 17 - 18 Kasım 2011
Saygıdeğer ev sahipleri, sayın bakanlar ve misafirler.
Öncelikle, bugünkü etkinliği düzenledikleri için ev sahiplerimize teşekkürlerimi sunuyorum.
Oldukça kalabalık olan bu salona bakınca, ortak ilgi alanımıza giren konuları tartışmanın Türkiye’de ve Avrupa’da halen pek çok kişi için önemli olduğunu anlıyorum. Bunun da geçerli bir sebebi var; Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki temeller son derece güçlü.
Ticaret ve yatırımlar, halklar arası temaslar, elli yıllık ortaklık ve şimdi de katılım müzakereleri yoluyla birbirimize yakından kenetlenmiş durumdayız. Müsaadelerinizle birkaç örnek vermek istiyorum:
-
Türkiye’nin ticaretinin takriben %46’sı AB ile yapılmakta. Otomotiv, havacılık, tekstil ve elektronik mamuller gibi bir takım sektörlerde o kadar bütünleşmiş durumdayız ki, Avrupa ve Türk ürünleri arasında ayırım yapmak anlamsız kalıyor.
-
Üstelik, teknoloji transferlerinin önemli bir kısmı da dâhil olmak üzere Türkiye’deki yabancı doğrudan yatırımların yaklaşık % 80’i AB’den geliyor.
-
Eğitimde de güçlü bağlarımız var; her yıl yaklaşık 40.000 Türk öğrenci, genç ya da akademisyen Avrupa Birliği’nin eğitim ve araştırma programlarına katılıyor. Benzer şekilde, her yıl Avrupalı 4.000 öğrenci Erasmus programı kapsamındaki yıllarını Türk üniversitelerinde geçiriyor.
Gördüğünüz üzere, ortak ilgi alanımıza giren mevzuları ve bunların ortak bir gelecek için nasıl şekillendirilebileceğini görüşmek için pek çok nedenimiz var. Bu konuyla ilgili olarak sizlerle paylaşmak istediğim bazı düşüncelerim var.
Ancak, bu konuya geçmeden önce hepimiz açısından önem arz eden bazı mühim gelişmeler konusunda kısaca yorum yapmak istiyorum.
Anayasa reformu çalışmalarının başlatılması ve bu sürecin şu ana kadarki seyri konusuyla başlamak istiyorum.
Türkiye’nin önünde gerçekten tarihi bir fırsat bulunuyor; o da Anayasayı çağdaş demokrasi standartlarına yükseltme fırsatı. Türkiye’nin tüm vatandaşlarını koruyacak ve etnik kökenleri, mezhepleri, inançları ve yaşam tarzları her ne olursa olsun onların özgürlüklerini güvence altına alacak bir çerçevenin oluşturulması. Bir başka deyişle, kısa süre önce Başbakan Erdoğan tarafından telaffuz edildiği üzere, yeni Anayasa “bireyi, vatandaşı ve özgürlükleri öne çıkarmalıdır”.
Son bir kaç hafta içerisinde Türkiye’de meydana gelen farklı tipteki trajik olaylar, üzerine 21. yüzyıl Türkiye’sinin inşa edileceği yeni anayasaya duyulan gereksinimi ortaya koymuştur.
Son dönemdeki hain terörist saldırılar ve Güneydoğu’da kötüleşen durum bu bölgede halen devam etmekte olan gerginliğin altını çizmektedir.
Ancak öte yandan, korkunç depremler Türk halkı arasındaki büyük dayanışmayı da ortaya koymuştur. İzninizle –bir kez daha- Türkiye’deki halkın ve hükümetin acısını yürekten paylaştığımı ve kurbanlarla yaralıların ailelerinin yanında olduğumu belirtmek istiyorum.
Aslında AB genelinde de herkes dayanışma içindeydi ve Türkiye’ye ve mağdurlara mümkün olduğunca süratli bir şekilde acil yardımların iletilebilmesi için pek çok çaba sarf edildi.
Dostum Egemen Bağış’ın ifade ettiği üzere, dayanışma Türkiye’nin AB katılım sürecindeki müzakere fasıllarından biri olsaydı çoktan kapatılmıştı!
Bu zor koşullarda ortaya çıkan büyük metanet beni Türkiye’nin siyasette ve daha da önemlisi toplumda ortaya çıkan bölünmeleri aşabileceği konusunda ikna ediyor.
Bunun için mümkün olan en kapsamlı istişarenin olduğu demokratik ve katılımcı bir süreç yoluyla mutabakat sağlanmalıdır.
Ben burada, Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen başlıca dört siyasi partinin yapıcı işbirliğine dayanarak başlatılan azimli çalışmalarla kaydedilen ilerlemeyi memnuniyetle karşılıyorum. Sanıyorum hepsi önlerindeki tarihi fırsatın ve bu fırsatı iyi şekilde değerlendirme sorumluluğunun bilincindeler.
Ancak bu sadece siyasetçileri ilgilendiren bir süreç olmayıp, bunun çok ötesine geçmektedir.
STKların ve düşüncü kuruluşlarının katkıları zaten alınmıştır. Ayrıca, iş dünyasının daha fazla demokratikleşme ve hukukun üstünlüğünün pekiştirilmesi sürecine yönelik aktif katılımını takdirle karşılıyorum. Reform yanlısı her ses memnuniyetle karşılanmaktadır. Kurumlara güven duyan, iyi işleyen, demokratik ve açık bir toplumdan sadece iş camiası değil tüm Türkiye faydalanacaktır.
Hanımefendiler ve beyefendiler,
Yeni anayasa çalışmaları önemlidir. Ancak bununla birlikte daha iyi bir gelecek için Türkiye’nin ele alması gereken başka mühim meseleler de mevcuttur. Bunlardan bazıları Avrupa Komisyonu’nun son genişleme paketinde tespit edilmiştir:
-
Uygulamada ifade özgürlüğü hakkı
-
Kürt meselesine ve ülkenin Güneydoğusunda devam etmekte olan tehlikeli duruma nihai çözüm
Müsaadenizle ifade özgürlüğü konusuna değinmemek istiyorum. Bu sadece temel bir özgürlük olmayıp, çağdaş demokrasinin de merkezi bir unsurudur. Aynı zamanda, önemli bir reform mücadelesiyle karşı karşıya olan her toplumda hayati bir ihtiyaçtır. Böyle bir zamanda, görüşlere ve diyaloğa tabular olmaksızın mümkün olan her türlü kanal ve medya desteğiyle özellikle ihtiyaç duyulmaktadır.
Bu bağlamda, toplumun ürettiği kurallar bir takım sınırlamalar getirmekle birlikte bu hakkı koruyacak ve genişletecek şekilde tasarlanmalıdır. Sevgili dostlar, hepimiz Türkiye dahil her zaman her yerde bu konunun ilerlemeye açık olduğunu biliyoruz. Son dönemdeki gelişmeler hem bizde hem de çoğunuz da endişeye sebebiyet verdi.
İşte bu nedenle, Sayın Başbakan Erdoğan ile Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Sn Jagland tarafından iki gün önce ilan edilen ve ifade ve basın özgürlüğü alanındaki durumun iyileştirilmesine yönelik olarak, Adalet Bakanlığı ve Avrupa Konseyi'nin önümüzdeki sene Ocak ayından itibaren birlikte çalışmasını kapsayan anlaşmayı memnuniyetle karşılıyorum. Daha önce pek çok ortamda da ifade ettiğim üzere, şu an itibariyle ifade özgürlüğü konusunda yeterli düzeyde garanti sağlamayan Terörle Mücadele ve Ceza kanunlarında yapılması öngörülen değişikliklerin de memnuniyet verici olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarıyla ilgili olarak ve ifade ve basın özgürlüğü konusunun kısıtlayıcı şekilde yorumlanmamasına yönelik olarak hâkim ve savcılara yönelik bilinçlendirme çalışmalarının düzenlenmesi fikrini de takdirle karşılıyorum.
Ön görüldüğü üzere Komisyon, özellikle de katılım öncesi mali yardım aracı yoluyla bu çalışmaların uygulamaya konmasına severek katkıda bulunacaktır. İki hafta sonra Sayın Bakan Ergin ile bir araya geldiğimizde, bu konuları daha ayrıntılı bir şekilde ele almayı sabırsızlıkla bekliyorum.
Şimdi hanımefendiler ve beyefendiler,
İzin verirseniz ana yemeğe geri dönmek istiyorum; yani, konuşmamın en başında ifade etmiş olduğum ortak ilgi alanımıza giren konulara… AB-Türkiye ilişkilerinin temellerini daha da güçlü kılma konusuna…
AB ve Türkiye ilişkilerinde, çok hassas bir noktada bulunduğumuzu hepimiz çok iyi biliyoruz.
Haziran 2010'dan bu yana hiçbir faslın açılmadığı katılım müzakerelerinin hızı hayal kırıklığı yaratıyor… Bununla birlikte, Avrupa Birliği Türkiye'den Katma Protokolü, aralarında Kıbrıs Cumhuriyeti'nin de bulunduğu 27 Üye Devleti kapsayacak şekilde eksiksiz olarak uygulamasını ve temel hak ve özgürlükler kapsamında, aciliyet taşıyan hususları ele alacak şekilde reformları arttırıp hızlandırmasını talep ederken Türkiye de AB'nin müzakereleri haksız bir şekilde bloke ettiğini düşündüğünden hayal kırıklıkları daha da artıyor.
Peki bu hayal kırıklıklarının ilişkilerimizin gündemini belirlemesine izin vermeli miyiz? Buna vermemiz gereken cevap 'Hayır' olmalıdır. Bunun sebebi de çok açık: hem şimdi hem de geleceğe dönük olarak paylaştığımız çok fazla ortak ilgi alanımız bulunuyor.
İşte bu nedenle ben, 2011 Genişleme Paketinde AB-Türkiye ilişkilerine yönelik olarak yenilenmiş bir pozitif gündem teklifinde bulundum.
Bu gündem, katılım sürecinin başardıklarını ve ortak ilgi alanlarımızı temel alacak ve ilişkilerimize yeni bir ivme kazandıracaktır.
Bir diğer ifadeyle Türkiye'deki siyasi reformlara destek; Türk mevzuatının AB müktesebatıyla uyumunun sağlanmasına yönelik çalışmaların sürdürülmesi; öneme haiz ticaret konularının ele alınması; vize ve göç konularında daha yakın bir işbirliği ve dış politika, enerji ve terörle mücadele alanlarında daha yakın bir diyalog gibi bazı hususlarda yenilenmiş çabalardan bahsediyoruz.
"Pozitif gündem" genel anlamıyla AB-Türkiye ilişkilerine ve özelde de katılım sürecine yeni bir nefes getirecek, gerçekçi ve gerçekleştirilebilir bir yol sunmaktadır.
Hanımefendiler ve Beyefendiler,
Tabii ki yanlış anlamalara mahal vermemeliyiz: pozitif gündem katılım sürecinin yerine geçmeyip sadece bu süreci tamamlamaktadır.
Bu konuda hem Üye Devletlerden hem de Türkiye'den gelen ilk tepkiler genel anlamıyla teşvik edici yönde olmuştur.
Ancak pozitif gündemin başarıya ulaşabilmesi için her iki tarafa da faydalı olması; bununla birlikte, AB-Türkiye ilişkilerinin kuvvetli temellerini daha da güçlendirmesi gerekmektedir. Pozitif gündemin bu faydaları sağlaması muhtemel üç örneği sizle paylaşmak istiyorum:
Öncelikle, Türk başvuru sahiplerine uygulanan vize prosedürlerinin iyileştirilmesi amacıyla Üye Devletleri kısa vadeli tedbirleri uygulamaya koyma konusunda ikna etmek istiyoruz. Bu konuda daha fazla iyileşme sağlanması yönünde iş dünyasının duyduğu sabırsızlığın farkındayım. Bahsettiğim tedbirler arasında (kısa bir süre önce gerçekleştirilen) başvuruları destekleyici belgelerde uyumlaştırma; vize ücretinden muafiyet; uzun vadeli çoklu girişli vizelerin verilmesi ve hatta belki de vize başvurularının yapılabileceği noktaların sayısının arttırılması gibi adımlar yer almaktadır.
İkinci olarak, Gümrük Birliği'ne iyice bir bakmak ve işleyiş etkinliğini daha da arttırmak üzere ne gibi somut adımların atılabileceğini değerlendirmek istiyoruz. Şu anda ticaretimizi olumsuz yönde etkileyen unsurların yanı sıra, AB'nin üçüncü ülkelerle yaptığı Serbest Ticaret Anlaşmalarıyla ilgili olarak Türkiye'nin taşıdığı endişeleri birbirine paralel olarak ele alarak, Gümrük Birliğini güçlü ilişkilerimizin temel parçalarından biri olarak korumamız gerekiyor. Hem Sayın Karel de Gucht hem de şahsen kendim, bu alanda ilerlemeye gereksinimimiz olduğu ve bu ilerlemeyi gerçekleştirebileceğimiz kanaatindeyiz.
Aynı zamanda AB ile Türkiye'nin ortak ekonomik potansiyelinden tam olarak faydalanmak üzere yeni yollar ve yeni yöntemler bulmak arzusundayız. İşte bu nedenle Komisyon, Gümrük Birliğinin kamu alımları ve belki de diğer bir takım konuları da içine alacak şekilde "modernizasyonu" konusuyla da yakından ilgilenmektedir. Komisyon Üyesi Sayın De Gucht ile gerçekleştirmekte olduğumuz bu ortak ziyaret, Avrupa Komisyonu'nun bu konuya atfettiği önemin de bir göstergesidir.
Üçüncü olarak, terörle mücadele alanındaki işbirliğimizi güçlendirmek arzusundayız.
Bu öylesine, içi boş bir slogan değildir: Avrupa Birliğinin kendisi de terörden çok çekmiştir. Terör illeti, dünyanın her yerinde aynıdır. Her nerede meydana gelirse gelsin terör, demokrasiye yönelik bir tehdittir. İster Almanya'da olsun isterse Belçika'da veya Çek Cumhuriyeti'nde meydana gelsin hiç fark etmez; çünkü terör, her yerde aynı çirkin yüzünü gösterir. PKK, AB'nin terör örgütleri listesinde yer almaktadır. AB terör saldırılarını şiddetle kınamakta ve terörle mücadele konusunda Türkiye'nin taşıdığı endişeleri anlamaktadır.
Bu konudaki işbirliğimizi arttırabilmek için bir takım somut önerilerde bulunduk; ancak aynı zamanda, Türkiye'den de Avrupa Birliğiyle işbirliğini yoğunlaştıracak adımları atmasını bekliyoruz. Örneğin kişisel verilerin korunması alanında düzgün bir kanun, Avrupa Birliğinin polis alanındaki işbirliği [birimi] olan Europol ve yargı kurumları arasındaki eşgüdümü destekleyen Eurojust ile etkin bir işbirliğinin kapısını aralayacaktır.
Hanımefendiler ve Beyefendiler,
İşte bunlar, Avrupa Birliği ile Türkiye'yi hiç olmadığı kadar yakınlaştıracak olan pozitif gündemin özünü teşkil etmektedir. Bu gündem Türkiye'deki reform sürecini destekleyen, Türk vatandaşları için özgürlükleri genişleten ve onların yaşam standartlarını yükselten bir gündemdir. Bu gündem, ortak geleceğimizi şekillendirecek bir gündemdir.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.